Kadınlar Şiddeti Tolere Etmiyor… Peki Devlet?

Bir halk mahkemesine dönüşen Twitter'daki tepkilerin büyüklüğüne göre harekete geçen yargı mercilerinin, kadına yönelik suçları büyük ölçüde cezasız bırakmalarının cevabını politika yapıcıların tutumlarında aramak gerekir

Geçtiğimiz Nisan ayında sosyal medyada yayınlanan kadına yönelik şiddet videosunun adresi bu sefer Adana’ydı. Bu videoda sadece şiddet gören mağdur kadının çaresiz haykırışları değil, karısını tekme tokat dövüp saçından sürükleyen fail Z.C’nin “Seni öldürsem de ben ceza yemem. Alacağım ceza en fazla 3-5 ay” sözleri sosyal medyada büyük bir infial yarattı. Kurulan Twitter mahkemesinde on binlerce insanın tweetleri tarafından mahkûm edilen Z.C’ye karşı yükselen bu tepkiye duyarsız kalamayan yargı sonunda şiddet faili hakkında tutuklama kararı çıkarttı. Kadına karşı şiddet vakalarının her yıl rekor tazelediği Türkiye’de adalet arayışımızın son kalesi olan Twitter’da yükselen tepkilerin mahkemeleri harekete geçirebileceği ve şiddet faillerinin sonunda cezalarını bulacağı umudumuzu bir kez daha perçinleyen bu tutuklama kararı ile birlikte gelen geçici zafer hissi, fail Z.C.’nin çıktığı ilk duruşmada ev hapsi şartıyla tahliye edilmesinin ardından yerini yeniden derin bir hayal kırıklığına bıraktı.

Kasten adam öldürmekten sabıkalı olan Z.C.’nin karısına karşı uyguladığı fiziksel şiddet video ile kayıt altına alındığı halde, mahkemenin failin beklentisinin ötesine geçerek kadına yönelik şiddet suçuna 3-5 ay bile ceza vermemesi ve Z.C.’yi bir aylık tutuklamanın ardından serbest bırakması Türkiye’de kadına yönelik şiddete karşı yasal düzenlemelerin ve politika yapıcıların tutumlarının sorgulanmasını bir kez daha zorunlu kılmaktadır. Türk Ceza Kanunu ve 6284 sayılı Şiddetten Koruma Kanunu, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve şiddet faillerinin cezalandırılması konusundaki temel yasa metinleridir. Türk Ceza Kanununda cinsiyetten bağımsız olarak hakaret, yaralama ve öldürme gibi eylemler cezai müeyyideye tabidirler. Dahası 2005 yılında yapılan değişikliklerle aile içi şiddet ve kadına karşı şiddet suç sayılmış, evlilik içi tecavüz suç olarak tanımlanmış ve bu suçların en hafifi dahi 1 ile 3 yıl arası hapis cezası ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu ise aile içi şiddetin mağduru olan kadın ve çocukların korunmasını ve şiddet faillerinin cezalandırılmasını buyurmakla birlikte resmi evlilik şartı aranmaksızın şiddet tehdidi altındaki her kadına koruma sağlanmasını emretmektedir. Bu bağlamda her iki yasa metni de incelendiğinde sosyal medyada her gün gördüğümüz kadına yönelik fiziksel ve/veya cinsel şiddet olaylarının ya da kadın cinayeti faillerinin mahkemelerce en ağır şekilde cezalandırılmasının önünde herhangi yasal bir engel yoktur. Aksine yasalara getirilen özel düzenlemeler cezaların arttırılmasını da mümkün kılmaktadır. O halde Türkiye’de kadına yönelik şiddetin sürekli artışını besleyen bu cezalandırmama ikliminin yasal düzenleme eksikliği ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Her yasa gibi kadına yönelik şiddetin engellenmesine yönelik yasalar da güçlerini yazıldıkları metinlerden değil uygulamadan almaktadırlar. Ve bugün ülkemizde bu yasaların uygulanması ile ilgili ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bu nedenle yazının başında örnek verdiğim olaydaki gibi şiddet faili kocalar ya da tecavüzcü sapıklar ve kadınları canice katledenler kadınlara karşı işledikleri suçların cezasız kalacağı ya da sosyal medyada gündem olursa en fazla 3-5 ay yatacakları konusunda büyük bir özgüvene sahiptir. Tüm bunlara karşı Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gibi kadın örgütleri başta olmak üzere onlarca kadın hakları örgütü mahkeme salonlarında, meydanlarda etkin bir şekilde mücadele etmekte, kadınlara yönelik işlenen suçları sosyal medyada deşifre ederek bu suçlara yönelik kamuoyu tepkisinin oluşması için çaba göstermektedirler. Bağlı oldukları yasalara göre değil, bir halk mahkemesine dönüşen Twitter’daki tepkilerin büyüklüğüne göre harekete geçen yargı mercilerinin, kadınlar ve aslında tüm toplum şiddete tolerasyon göstermeyip adalet için haykırırken neden şiddet faillerini tolere ettiklerinin, kadına yönelik suçları büyük ölçüde cezasız bıraktıklarının cevabını politika yapıcıların tutumlarında aramak gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik ilk uluslararası sözleşme olan ve kadın hakları örgütlerinin şiddetin aşısı olarak nitelendirdikleri İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararı alınması kadına yönelik şiddete karşı mücadele politikaları konusunda toplum nezdinde soru işaretlerinin oluşmasına, kadına yönelik işlenen suçların cezasız kalacağı algısının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Adana’daki video örneğinden günümüze dek onlarcası yayınlanan videolarda şiddet faili erkeklerin cezalandırılmayacaklarından emin ve pervasız tutumları yerleşen bu algının sonucudur. TBMM’de Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Belirlenmesi Komisyonu’nda Aile ve Sosyal Hizmet Bakanı Derya Yanık’ın yaptığı sunumda[1] kadına yönelik şiddetin özellikle Covid-19 pandemisi sürecinde arttığını bildirip kadına yönelik şiddetteki bu artışın tolere edilebilir düzeyde olduğunu beyan etmesi toplumun önemli bir kesimini, özellikle de kadınları isyan ettirse de politika yapıcıların kadına yönelik şiddete bakışını gözler önüne sermesi bakımından çok önemlidir. Kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele etmek ve şiddeti önlemek üzere politika ve önlemlerin koordinasyonunu sağlayan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının şiddetle mücadele etmek, şiddet mağduru kadınları desteklemek konusundaki başarısızlığı Bakan Yanık’ın bu talihsiz sözlerinin anlık bir dil sürçmesi değil, bakanlığın kadın politikasının dışa vurumu olduğunu göstermektedir. 48 milyon kadının yaşadığı Türkiye’de sadece 145 kadın sığınağının olması, şiddet gören kadınlara psikolojik destek verecek birimlerin eksikliği gibi konular bir yana, Bakanlığın 2014’den beri kadına yönelik şiddete ilişkin araştırmasının dahi olmaması, Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelenin politika yapıcıların öncelikli konularından biri olmadığını göstermektedir.

Tüm bunlara karşın kadın hakları örgütleri İstanbul Sözleşmesine geri dönülmesi ve 6284 sayılı yasanın uygulanması için kamusal alanda ve sosyal medyada mücadelelerine yılmadan devam ediyorlar. Kadınların en temel insan hakkı olan yaşam hakları için, insan onuruna yakışır şekilde özgür bir yaşam için yürüttükleri bu mücadeleyi ve kadınların “Ölmek İstemiyoruz” feryatlarını iktidar ve yargı duymazdan gelse de toplum görüyor ve duyuyor. Kadına karşı şiddetin önlenmesi konusu artık sadece kadınların meselesi değil toplumun vicdan meselesi haline gelmiş durumda. Sonuç olarak ne kadınlar ne de toplum artık şiddeti tolere etmiyor ve politikacılardan da aynı tutumu bekliyor!!

- Advertisement -

Bir Cevap Yazın

Sibel Utar
Araştırma Görevlisi
133TakipçilerTakip Et