Pirinç ve Buğdayın İktidarı Devirme Potansiyeli

Hindistan’da 250 milyon köylü isyanda: Komünist Kerala Eyaletinin agroekolojik tarımdaki başarısından, ülkenin diğer eyaletlerindeki neoliberal politikaların getirdiği kuraklık, açlık ve ölüme uzanan yol…

Tarım piyasalarını özelleştiren reforma karşı mücadelede, sendikaların cumartesi günü ülkede ana yolların kapatılmasını eylem planına koyması, köylü direnişine yeni bir momentum kazandırdı.

Hindistan’daki köylü isyanı, çıkmaza giren feodal tarım rejimini de ortaya çıkardı.

Çiftçilerin devasa öfkesinin arka planında, tarım sektöründe derin bir liberalleşmeyi başlatan, Narendra Modi hükümetinin “Çiftlik Bonoları” adı altında yürürlüğe soktuğu üç kanun bulunuyor.

Hindistan 26 Kasım’dan beri yaklaşık 250 milyon insanı bir araya getiren devasa bir direnişin içinden geçiyor. Bu isyanın tüm muhalefet tarafından destekleniyor olması çiftçi kalkışmasına toplumsal bir hacim kazandırdı.

Hindistan’da süren çiftçi isyanlarının ülkedeki tek büyük isyan olduğu algısı yanlış bir algıdır. Çünkü, ülke uzun yıllardır irili ufaklı isyanlarla sarsılıyor.

Bu bakımdan sadece büyük bir isyandan değil, ağırlaşan yoksulluğun etkisiyle istisnai bir şekilde bir araya gelen sınıfların karışımından oluşan, çok sektörlü, çok bölgeli, patlayıcı bir isyanlar kokteylinden söz etmek mümkündür.

Hintli edebiyatçı V.S. Naipaul’in romanı «Bir Milyon İsyan» ülkenin direniş tarihine keskin göndermelerde bulunuyor.

Direniş, oldukça radikal talepleriyle diğer isyanlardan ayrılıyor. Göstericiler ayda 7.500 rupi asgari gelir ödeneğini, özel istihdam garanti programlarının uzatılmasını, herkes için emeklilik hakkını ve tarımı ilgilendiren tüm reform projelerinin geri çekilmesini talep ediyor.

Covid-19 salgını nedeniyle nüfusun neredeyse yüzde 60’ının enfekte olduğu tahmin ediliyor. Aslında Hindistan’ın, salgını, koordineli ve proaktif sosyo-ekonomik destek planları ile yönetmek gibi ulusal kaynakları bulunuyor. Ancak Modi’nin kârı önceleyen neo liberal politikaları, kamu kaynaklarının özel sektör yararına çarçur edilmesine neden oldu.

Nüfusa göre ölüm oranları az olsa da güçlü bulaşma trendi, sektörel ayaklanmaya eşlik eden korkular uyandırdı. Dünyanın en büyük aşı üreticisi olmasına rağmen, hükümetin şimdiye kadar nüfusun sadece çok küçük bir kısmını aşılamış olması toplumsal öfkeyi arttırdı.

Birkaç hafta önce ülkenin güneyinde bulunan Bangalore yakınlarındaki bir cep telefonu fabrikasında “bilinçli taksirle” çıkarılan yangın, küresel bilgi işlemlerinin Mekke’si konumunda olan ülkenin işçilerinin 19. yüzyıl koşulları içinde sömürülmesine ilişkin derin hoşnutsuzluğu açığa vurdu.

Yakılan teknoloji fabrikası, mavi yakalı çalışanlarına aşırı derecede kötü davranmasıyla kötü bir şöhrete sahipti. İşçiler kendilerine aylardır düzenli olarak ödeme yapılmadığından şikâyet ediyorlardı.

Yangın Tayvanlı bir şirketin fabrikasında gerçekleşti. Hindistan yasaları, bu tür şirketlerin yerel “ortakları” olmasını zorunlu kılıyor. Bu tür uluslararası şirketler istihdam edecekleri personel için yerel taşeron firmalarını kullanıyorlar. Taşeron firmaları, işçilerin ücretlerinin ayda 50 dolardan az olmasını sağlamak için yüklü komisyonlar alarak sömürü zincirinin paslı ulusal halkasını oluşturuyorlar.

Hindistan’ın her yerinde yaygın olan bu taşeron sistemi, geçmişte de milyonlarca küçük ücretlinin isyanına sebep oldu.

İç ve dış Pazar arzı mikyas alındığında Hindistan, paradoksal olarak, dünyanın önde gelen cep telefonu üretici ve tüketicilerinden biri sayılıyor.

Ülkedeki eşitsizliklerin korkunç derecede artması, bu olguyu isyan ateşine daimî yakıt sağlayan en önemli faktörlerden biri haline getirdi. Ülkede yaşanan eşitsizliklerden hâlihazırda Hint nüfusunun yüzde 80’i mustarip bulunuyor.

Tarım sektörü nüfusun yüzde 70’i için geçim kaynağı sağlarken, GSMH’nın ancak altıda birinden daha azını oluşturuyor.

Geçenlerde yayınlanan Credit Suisse’in yıllık küresel servet raporu, Hindistan’ın 245.000 milyonere sahip olduğunu ve bunlardan 1.820’sinin 50 milyon doları aşan bir servete sahip olduğunu gösterdi.

Covid-19 krizi fakirleri sert bir şekilde vururken, en zengin Hintliler önemli ölçüde daha da zenginleşti. Ülkede günlük 1,9 dolarla geçinenlerin yüzde 35’ten neredeyse yüzde 50’ye çıktığı tahmin ediliyor. Yoksulluk değil de sefalet olarak adlandırılması gereken bu maraz sosyallik, isyan ateşine yakıt sağlayan en önemli etmen olarak ön plana çıktı.

Çift rakamlı büyüme oranlarına rağmen Hint ekonomisi derin bir bunalımın içinden geçiyor. Geri dönmeyen kredi döngüsü bankaların durumu hakkında son derece kötümser tahminlerin yapılmasına neden oldu.

Ekonomideki güçlü büyüme oranlarının yoksulları tatmin etmesi şöyle dursun, artı değerin eşitsiz paylaşımı nedeniyle en ufak bir fırsatta bıkkınlığa dönüşen bir hüsranla sonuçlandığı görüldü.

Çiftçilerin büyük yürüyüşüne çok sayıda katılımcı sağlayan taşra, Hindistan’ın tahıl ambarlarını dolduran yüz binlerce köylünün hoşnutsuzluğuyla kaynıyor.

Özellikle Pencap ve Haryana’daki kırsal coğrafya, Narendra Modi’nin seçildiği yıl olan 2014’te verdiği taahhütleri tamamen ihlal eden üç kanunun yürürlüğe girmesi nedeniyle ayağa kalktı. Oysa Modi, tarım ürünlerinde devlet destekli asgari alım fiyatlarının, maliyet fiyatlarının en az yüzde 50’sini karşılayacak şekilde olacağına söz vermişti.

Modi, küçük üreticiyi büyük toprak sahiplerinin insafına bırakan bu kanunları 2014 ve 2019 arasındaki ilk hükümet döneminde geçirmeye çalışmış, ancak başarısız olmuştu. Toprak ve işgücü piyasasını ilgilendiren yasalarla ilgili başarısız deneyimden sonra Modi’nin çiftçilerle girdiği son bilek güreşinden başarıyla çıkacağına dair hiçbir emare bulunmuyor.

- Advertisement -

Çiftçiler, bu üç yasanın durumlarını daha da kötüleştireceğini ve yaptıkları işten iyi bir hayat elde etmelerine engel olacağını düşünüyorlar.

Narendra Modi rejiminin seçmen çekirdeğini oluşturan geleneksel seçmenler daha çok şehirlerde sanayiciler arasında bulunuyor. Mukesh Ambani veya Gautam Adani gibi son tarımsal reformun kazananları büyük sanayiciler, Modi’nin seçim kampanyasını finanse etmişlerdi.

Sert bir milliyetçi ajandayla seçilen Modi, köylü direnişini kırmak için zamanında İngiliz sömürgecilerinin kullandığı böl ve yönet yöntemini uyguluyor.

Seçilmesinden bu yana derinden kutuplaştırdığı ülkede Modi’nin, kamuoyunu, çiftçi isyanına karşı çevirmesi buna rağmen mümkün görünmüyor. Çünkü nüfusun üçte ikisi doğrudan veya dolaylı olarak köylü dünyasına bağımlı olarak yaşıyor ve taşrayı ilgilendiren sorunların yansımalarından şu ya da bu şekilde etkileniyor.

Modi, tarım sektörünü liberalleştirmekten, belirli tarım ürünlerini sübvansiyon sisteminden çıkarmayı, büyük toprak sahipleri lehine sömürüyü yaygınlaştırıp onların fiyatları belirleme yetkilerini arttırmayı ve kapitalist yeni sözleşme modellerini hayata geçirmeyi anlıyor.

Protesto hareketlerini sorunlara “Hint tarzı” çözüm girişimlerinin bir yansıması olarak değerlendirmek mümkün. Protestolar, Çin’in aksine, sorunların çözümünün önemli bir parçası haline geldi.

Hint modeli kapitalizmin restorasyonu, köylülerin yoksullaşmasının artması yönünde gidecek tarımsal reformlardan kaçınmayı elzem kılarken, Modi, devleti sözde tarım prangasından kurtarmak için sübvansiyonları kesti. Yabancı yatırımcı çekmeyi ve çiftçilere yeni pazarlar açarak ek gelir elde etmelerine olanak sağlamayı sözüm ona amaçlayan bir dizi neo liberal reformu devreye soktu.

Ülkedeki kötücül durum için Müslümanları günah keçisi olarak gösteren rejim, 2014 yılındaki seçim kampanyası sırasında halka satılan, süper güç olma, herkese istihdam ve onurlu bir maaş gibi hayallerin hiçbirini gerçekleştiremedi.

Çiftçilerin uzun yürüyüşü boyunca muhalefet ve gazetecileri soruşturan ve sendika yetkilileri hakkında “isyana teşvik ve hükümeti devirme komplosu” savıyla mahkemeler açan Hint faşizminin, Gandhi’nin barışçıl siyaset yapma mirasından hiç pay almadığı görünüyor.

Fakat, Narendra Modi rejimi, son aylarda yapılan anketler ve seçimler göz önüne alındığında, çiftçilerin isyanı veya kötü ekonomik durum sebebiyle zayıflamış görünmüyor.

Modi’nin popülaritesi ülkede konsensüs gündemi olan birleşik veya inandırıcı bir muhalefetin yokluğuna, ideolojik düzlemde ise Hindu radikalizminin gerçek bir alternatifinin bulunmamasına bağlanıyor.

Modi, uluslararası düzeyde “komünist” Çin’i ekonomik ve askerî olarak kontrol altına almak için Hindistan’ın eşsiz stratejik konumundan da yararlanıyor.

Öte yandan, başkentin sembolik binalarına Sih bayrağı çeken çiftçilerin, “Maocu bir devrim perspektifiyle iktidarı ele geçirmek” gibi bir kaygıları bulunmuyor. Çiftçiler sadece kanunların geri çekilmesini ve hükümetin onlarla diyalog başlatmasını talep ediyorlar.

Hindistan taşrası zaten öteden beri, sınıf bilinci kazanmamış serflerden, marabadan, “düz köylüden”, küçük toprak sahiplerinden ya da topraksızlardan oluşan devasa feodal bir evrendir.

Modi hükümetlerinin piyasa yasalarına duydukları körü körüne inanç, Hintli köylüler için meşru korkulara yol açadursun, mono kültür, yoğun tarım bumerang etkisi yaratarak köylünün yoksullaşmasına neden oldu.

Fiyat sübvansiyonları bir yandan Hindistan’ı yıllardan beri beslemeye yardımcı olurken, öte yandan büyük çevre tahribatlarına da yol açtı.

Tek ürün ekimi (buğday ve pirinç kültürü) olarak, tarımsal aşırı uzmanlaşmanın (agricultural hyperspecialization) çevre için yıkıcı etkileri oldu. Pencap ve Haryana’daki çiftçiler yıllardır pirinç ve buğdayın kimyasal mono kültürlerini ekmeye teşvik edildi. Bu yoğun mono kültür ekim nedeniyle verimli topraklar, verimsiz, çorak tarlalara dönüştü. Yer altı suları tükendi, ya da nitratlar ve böcek ilaçları nedeniyle kullanılamaz hale geldi. Çiftçiler sübvanse edilen endüstriyel girdiler ve tohumlar nedeniyle aşırı borçlandı. Borç ve kuraklık nedeniyle son yıllarda artan çiftçi intiharları tarım politikalarının beşerî kurbanlarını ortaya çıkardı.

Çevre ve tarım arasındaki ebedi ikilem, isyanın paradoksal karakterine de yansıdı.

Ancak, sadece Hindistan bu meydan okumayla karşı karşıya bulunmuyor. Kapitalist tarım politikaları ekolojik ve sosyoekonomik tahribatlara yol açarken, «kirli banyo suyuyla birlikte bebeği de mi atmalı?» sorusunun yanıtı bu ikilem bağlamında önem kazanıyor.

İdeolojik tartışma, “mevcut olanı yıkmak yerine, ekolojik olarak sürdürülebilir tarım politikaları için halkın desteği sağlanmalıdır.” diyen restorasyoncular ile “sil baştan başlamalı’cı radikaller etrafında şekilleniyor.

Her şey bir yana, bu neo liberal yasalarla birlikte daha da kalınlaşan çıkmazın kırılması için, köktenci tarımsal bir alternatif sunmak artık elzem oldu.

Tüm çiftçileri ve kamu-özel sektör aktörlerini, fiyatları ve ürün kalitesini adil bir şekilde müzakere ettikleri bir pazarda buluşturmak, şimdilik mantıklı bir öneri gibi duruyor. Çok sayıda bitki ve hayvan türünün sinerji içindeki tarımına olanak sağlayan «agroekolojik» bir rejimi geliştirmek, aciliyet arz eden önlemler arasında bulunuyor.

Merkezi Hindistan hükümeti, çiftçiler olmadan tasarlanan ve eyaletlere empoze edilen yasalarının felsefesini temelden değiştirmeyi reddededursun, yıllardır komünist bir hükümetle yönetilen Kerala eyaleti, ülkede organik, kooperatif ve agroekolojik tarıma başarılı geçişin örneklerini vermeye devam ediyor.

Bir Cevap Yazın

Josef Kılçıksız
Felsefeci- Yazar
Moskova’da, bugün muhaliflerin pencerelerden düşüp düşüp öldüğü şehirde, ağzında gümüş kaşıkla doğar Marina Iwanowna Tsvetayeva. Ad ve soyadının baş harflerinin işlenmiş olduğu, aynı ailede...
Sophokles’in Elektra’sını bazı eserlerle birlikte yorumlamaya çalıştığım son yazımın üzerinden birkaç ay geçti... Bu arada biraz dinlendim, fakat bana keyif veren, ufkumu aydınlatan inceleme...
  Yandaş medya savaş uçaklarından daha hızlı..
[td_block_10 autors_id="39" limit="6" custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI"]