Her Musibetin Müsebbibi ‘Gargamel’ Olabilir Mi?

Halk sınıflarının iyi bir önderliği yoksa, evet onların kafasını ezebilirsiniz. Fakat tek muhalefet, hatta en tehlikeli muhalefet her zaman halk sınıflarından gelmez

Bilirsiniz Şirinleri… Güzel, barış içinde yaşardı o küçük mavi şirincikler. Ah bir de kötü büyücü Gargamel olmasa… Çizgi film daha işin başında Gargamel’i şöyle tanıtırdı: O… Kötüydü…

Gerçekte ise her hasta vücut gibi, toplumsal bünye de kendi kötülerini kendi üretir. Gargamel olmasa daha beteri mesela Darth Vader gelecektir. Mesela şimdi o eski Gargamelleri neredeyse özlemle anmıyor muyuz? Aman Süleyman Bey aslında ne kadar da demokrat hem de ne laikti; Turgut Bey ne şirindi mübarek adeta Şirin Baba’ymış yahu…

Bu ülke dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında. Üstelik AKP’den çok önce de öyleydi. Nasıl oluyor da bu en büyük ekonomi aynı zamanda Gargameller üretecek kadar “azgelişmiş” olabiliyor? O zaman gelin bunu yaratan maddi temele, üst yapıya değil alt yapıya hiç değilse kenarından bir göz atalım.

Kalkınma hamlesini başaran Çin’de işgücüne katılma oranı 1990’da % 79; şimdilerde biraz rahatladığından artık %71’e düşürmüş. İsviçre aynı dönemde 68’den 69’a çıkarmış. Türkiye? Zaten düşük olan 57’den 2007’de 46’ya indirmiş. Şimdilerde tartışılır istatistiklerle ancak 50’ye çıkmış. Sebebi ne? Büyük ölçüde geri kalmışlık ve geleneksellik kıskacının göstergesi kadın istihdamının düşüklüğü…  Bizde  %30, İsviçre’de %64. Tabi bir de çalışanların önemli bir kısmının da giderek güvenlik hizmetleri vb gibi artı-ürün üretmeyen kısır sektörlerde istihdam edilmeye başlaması var. Sonuçta Ocak 2017 itibarıyla 59,5 milyonluk çalışabilir nüfusumuzun ancak 26,7 milyonunu çalıştırabiliyoruz. Verimlilik istatistiklerine hiç girmeyeyim orada durum daha da feci çünkü.

Peki olabilir mi böyle bir şey? 5 milyonu bulmayan gerçek üretken nüfus ile G-20 içinde olabilir misiniz? Herkes ay sonu maaşını alabilir mi? Aslında alamaz. Alamazsa da kıyamet kopar. Niye kopmuyor? Çünkü Türkiye yabancı para ile fonlanıyor. Jeopolitiği kiralamak dışında “emperyalizm” Türkiye’ye niye boşu boşuna para verir ki? Aslında vermez! Uluslararası likidite konjonktürüne bağlı olarak her 10-15 yılda bir, bu ülke borç kıskacı içinde sıkışır ve küçük veya büyük krizler sonucu o paraları siyasal ve mali tavizlerle öder; ülke halkı da fakirleşir.

Gelin bu noktada, şimdilerde yeniden moda olan popülizm denen şeye göz atalım.  Kusurlu bir terim olarak popülizm, şimdilerde Erdoğan tipi rejimleri anlatmak için kullanılıyor; eskiden Demirel tipi politikaları anlatmak için kullanılırdı. İşin sırrı devletin, ‘devlet baba’ sıfatını hak edecek biçimde ve sınıf çelişkilerini baskılayacak düzeyde herkese, işçiye, köylüye, işsize, patrona para dağıtması; özetle ülkeyi G-20 liginde tutacak bir milli gelir seviyesini garanti etmesidir. Bu yöntem parayı dağıtan kişiye bir cins paternalist karizma bahşeder. Onda biraz da doğal karizma varsa önce bir güçlü lider, sonra neredeyse bir tür diktatör doğar. Fakat bedava para dağıtmak, nihayetinde ya ciddi bir enflasyon ya da dış borç krizine sebep olarak ‘güçlü lider’in karizmasını çizerek, süreğen bir diktaya müsaade etmez. Para azalınca güçlü liderin altındaki yönetici sınıf koalisyonu, azalan parayı sahiplenmek için birbiriyle kavga etmeye başlar; ekonomik sıkıntı, siyasi sıkıntı ile birleşir ve sadece ekonomik değil toplumsal bir krizin fitili ateşlenir. Ben ve benden önceki nesiller bu senaryoyu defalarca yaşadık.

Başa dönecek olursak Gargamelleri, giderek Darth Vaderleri yaratan işte bu mekanizmadır.

Öyleyse bu kez AKP yönetimi bu işi büyük bir kriz yaşamadan 15 yıldır nasıl idare ediyor; karizma niye çizilmiyor? Artık bu mekanizma çalışmıyor mu?

HAVUCUN BİTTİĞİ YERDE SOPA

Bir dinozor olarak klişelere devam edeyim. ‘Burjuva devrimi’ni yapamayan bir ülke asla yukarıda anlattığım kısır döngüden çıkamaz. Bu çağda ise burjuva devrimi müesses nizam tarafından ancak bir burjuva karşı devrimi olarak hayata geçirilebilir. Mesela Almanya’da burjuva devrimini aslında gerçek anlamda kim tamamlamıştır diye sorulsa; bana kalırsa Hitler tamamlamıştır. Bugüne kadar, yarı demokrasi-yarı faşist, melez ve katır gibi kısır rejimin sür git devam edemeyeceğini gören ülkenin müesses nizamı, AKP ve liderini destekledi. Arada mırın kırın etmesine rağmen halen de destekliyor; sadece bir zamanlarki Alman sanayicileri gibi, bunun gerçek maliyetini yavaş yavaş –ve pişmanlıkla- fark ediyorlar, o başka…

Yukarıdaki kısır döngüden kurtulmanın bir şartı da bağımlı ülke konumundan kurtulmaktır. Günümüzde müesses nizam bunu ancak kendi de bir emperyalist, olmazsa yarı-emperyalist ülke haline gelerek başarabilir. AKP, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkaslarya’da girdiği maceralarla bunu denedi. Deney fiyaskoyla bitti. Davutoğlu’nun şutlanması fiyaskonun simgesidir.

AKP politikaları 2010-13 arasında bütün önceki ‘popülist’ politikalar gibi uçurumdan yuvarlanmak üzereydi. 2008 dünya krizinden sonra küresel likiditenin kriz nedeniyle hızla arttırılması, Türkiye gibi birkaç ülkeye soluklanacak süre kazandırdı. Türkiye bu beleş para imkanını aşırı kullanarak Çin’den sonra dünyada en hızlı borçlanan ülke oldu. Lakin Çin’in tersine, doğru dürüst bir şey ürettiği, sattığı yoktu. 2009 4. Çeyrekte 268 milyar dolar borcu olan ülke, 2016 son çeyrekte 404 milyar dolar borç yaptı. Üstelik artık istediği ölçüde borçlanamıyor da… Egemen koalisyona, halk sınıflarına eskisi kadar para dağıtamıyor. Büyüme oranı yapılan bütün istatistik hilelerine rağmen çok düşük seyrediyor.  Eğer daha çok yabancı para olmazsa büyüme düşer, büyüme düşerse yabancı bankerler daha da az borç verir. Bu ise kısır döngüden öte bir ‘ölüm spirali.’

Havucun bittiği yerde sopanın devreye girmesi kaçınılmazdı. 15 Temmuz ve sonrasındaki OHAL düzenini biraz da bu yönden okumalı. Son bir hamleyle OHAL düzenini ebedi kılmak için referandum tezgahlandı. Artık dış borca dayanan kredi ile halkı borçlandırarak suni refah yaratmak zordu. Son hamleyle uluslararası bankerleri paniğe sokmak pahasına Türkiye’nin resmî olarak tek doğru dürüst göstergesine, bütçeye el atıldı. 2017’nin ilk üç ayında Hazine nakit dengesi bir önceki sene aynı döneme göre %137 arttırılarak yaklaşık 23 milyar TL açık verdi. Yetmedi bankalara zorla, tehditle kredi verdirildi. Böyle zorlamalar Türkiye’nin az çok düzgün ikinci vitrinini, bankacılık rasyolarını bozmaya başladı. Türkiye’nin resmi istatistiklerine göre geri ödenmeyen krediler %3,5 iken, IMF’e göre aslında %7’ye yaklaşıyor. Dolar’ın ani yükselişinin en çok oy kaybettiren faktör olduğu bilindiğinden TCMB, faizi örtülü olarak anormal seviyelere çekti. Öyle ki, bunu sürdürmekte ısrar ederse ortada ne banka ne inşaat sektörü kalacak. İş o kadar aşırıya götürüldü ki “yabancı yatırımcı borsada ‘evet’ i satın aldı, evet demek istikrar demektir” iddiasına destek olsun diye BİST’te referandum öncesi son birkaç günde tek bir belirsiz hesap üstünden şişirme işlemler yapıldı.

Hepsi ama hepsi, elde kalan son atımlık barut ile referandumdan evet çıkarma gayretiydi. Peki ama sonra ne olacak? Hesap basit. Bir kez o yetkileri alalım, sonrasında itiraz edenin kafasını ezeriz.

15 TEMMUZ’U YENİDEN OKUMAK!

Halk sınıflarının iyi bir önderliği yoksa, evet onların kafasını ezebilirsiniz. Fakat tek muhalefet, hâttâ en tehlikeli muhalefet her zaman halk sınıflarından gelmez. Siz mesela 15 Temmuz’un siyasi kanadının olmadığına gerçekten inanıyor musunuz?

Artık AKP içinde ne ‘Yeni Türkiye’, ne de Orta Doğu/ Balkanlar’da yeniden Osmanlı gücüne ulaşmak ciddiye alınıyor. Bir umut, dünya ekonomisinin aniden yükselmesi ve Türkiye’ye yeni bir para dalgasının akması… Gelgelelim böyle bir piyango çıksa bile, bunun ilk aşaması Türkiye için tam tersi bir etki yapacak. Örneğin geçen ay Fed’in ilan ettiği gibi artık ılımlı da olsa bilanço küçültme devri başlıyor. Gelecek sene 1 trilyon Dolarlık tahvil fazlası ihtimali çok yüksek. Bunun Türkiye için neden fazlasıyla sıkıntılı yaratacağı ayrı yazı konusu.

Elde kala kala tek bir konu kalıyor: Trump, Rusya ile bozuşacak; Ukrayna, Kafkasya, Suriye’de Türkiye’nin jeopolitik konumu pazarlanarak liderin koltuğu korunacak.

Bu da işte bildiğiniz eski Türkiye formülü. Formülün işleyip işlemeyeceği de fazlasıyla meçhul.

Diyelim ki işledi…

Bu yazının bütün özeti aslında o eski Türkiye terazisinin şimdiki Türkiye’nin sıkletini çekemeyeceğidir.*

 

*Bu yazı Mukavemet Dergi 3. Sayısında (Mayıs 2017) yayımlanmıştır.

Bir Cevap Yazın

Cüneyt Akman
Gazeteci, İktisat Dr.
3,786BeğenenlerBeğen
145,347TakipçilerTakip Et
[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" limit="6" autors_id="18"]